İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

dB mezunu Mustafa Aykurt’un ‘Gücün İmitasyonu’ isimli sergisi

Marmara Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Japonya’da eğitimine devam eden Mustafa Aykurt’un ilk solo sergisi Merkur Gallery’de gerçekleşti.

Serginin ana temasına değinmeden önce genel olarak neler söylemek istersin?
İnsanın evrimsel gelişiminde en önemli yeteneği taklit etme becerisiydi. Oyuncaklardan oyunlara, giysilerden aksesuarlara, savaş aletlerinden bayraklara, destanlardan mitolojiye ve hatta sanata kadar tüm kültürlerde kendini gösteren bir olguydu bu. Taklit etme eğilimi, yani yine doğayı onun diliyle anlamaya çalışmak, hayatta kalma içgüdüsünün bir yansıması gibiydi. İnsan bu yeteneğini geliştirdikçe merak, önce arayışa sonra keşfe dönüştü ve insan doğadaki gücün farkına vararak bu yeteneğini kullanabilmenin yollarını aradı. Doğa dönüşüm yaşarken, bu döngünün kendi içinde de olduğunu anladı. Kendi gücünü, kendini korumak, kendinden olmayanı uzaklaştırmak ya da ele geçirmek için kullandı. Baktığımızda gücün değişen formu, toplum üzerinde değerlendirilmesi, hala devam eden bir sorgulamadır.

Serginin ana temasının güç olduğunu söyleyebilir miyiz? Bununla ilgili düşüncelerini paylaşır misin?
Serginin ana temasını güç olarak tanımlamıyorum. Çalışmalarımda insanlığın tarih boyunca doğadan aldığı veya esinlendiği ‘gücü’ nasıl taklit ettiğini vurgulamaya çalışıyorum. Çünkü güç çok geniş bir kavram ve sadece güç dediğimizde çalışmalarım aracılığıyla izleyicinin sorgulamasını istediğim düşüncelere ulaşamayız. Örnek vermem gerekirse; Belki binlerce yıldır insanların en büyük hayallerinden biri uçmak. Fizyolojisi gereği bunu yapabilmesi mümkün olmamış ancak uçak, helikopter vb. araçlar icat ederek bu hayalini büyük oranda gerçekleştirmiş. Hatta kuşların gidebileceği yerlerin ötesine, uzayın derinliklerine uzanan bir serüvenin daha çok başındayız. Unutulmaması gereken şey, esinlendiği, ilham aldığı şey kendinde olmayan ama doğanın varoluşunda olan bir güç. Dolayısıyla hikâyemiz aslında gücü değiştirerek ve dönüştürerek devam ediyor.

Çalışmalarında yorumladığın güç temasını işleyiş sebebini merak ediyorum, sanat kimliğine neler kattığını düşünüyorsun?
Çıkış noktam insanın gücü taklit etme becerisi, bu beceriye neden, nasıl ihtiyaç duyduğu ve neleri taklit ettiği; İnsanın bu konuda tarih boyunca gösterdiği gelişim ile sanat arasında bir geçit, belki bir bağ kurmaya çalışıyorum. Çünkü geçmişteki düşünce sistemlerini ve buluşlarını incelediğimde insanın taklit yeteneği her seferinde dikkatimi çekiyor. Yüzbinlerce yıldır doğadan taklit ederek hayatta kalan insan günümüzde aynı becerisini farklı biçimleriyle zaten kullanmaya devam ediyor. Sanat ile doğa ilişkisini de burada çok net yakalayabiliyorum. Bu sanat kimliğinden ziyade, sanatıma kattığı şey tüm insanlığın içinde bulunduğu bir gerçeklik. Kapsayıcılığı geniş bir konu ve pek çok farklı disiplini içine alıyor dolaysıyla bu hikâyeye her baktığımda yeni bir şey öğrenmeye devam ediyorum.

Tokyo’da aldığın sanat eğitimini nasıl değerlendiriyorsun?
Japonya dünyanın birçok yerine nazaran daha izole ve geleneklerine hala sıkı sıkıya bağlı olan bir ülke. Dolayısıyla zaten kültürlerinde de var olan doğa-insan ilişkisini günümüze de taşımayı başarmışlar. Türkiye’de 4 yıl heykel eğitimi aldıktan sonra Japonya’ya gittim ve altı yıl daha heykel üzerine yoğun bir eğitim aldım. Onların disiplini ve imkânları odaklanarak çok yoğun bir şekilde çalışmamı sağladı diyebilirim. Özellikle aldığım eğitimin usta-çırak ilişkisi olarak yürümesi sayesinde atölyede hocamla yan yana çalışma imkânı elde ettim;  teknik anlamda kendimi geliştirmemi sağlayan en önemli şey buydu. Ustamla atölye dışında da tarihi mekânları, tapınakları gezmenin beni teorik anlamda da geliştirdiğini düşünüyorum. Bunların hepsi kendimi keşfetmemi ve bugünkü sanat anlayışımı geliştirmemi sağladı.

Sergide yer alan çalışmalarının alt yapısında hangi akımlardan beslendiğini söyleyebilirsin?
Kendimi akımlarla kısıtlamaktan hoşlanmıyorum. Bir akıma dâhil olmak, bir akımdan yola çıkmak gibi bir kaygım hiç olmadı. Araştırmalarımın ve okumalarımın bana yarattığı yeni yolları denemeyi seviyorum. Eğitimim sırasında da büyük sanatçıları araştırırken onların bulundukları akımları ya da etkilendikleri akımlarla zihnimde kategorize etmeye çalışmamıştım. Bu nedenle her akımdan beslendiğim bir şeyler var; bazen Minimalizm, bazen Ekspresyonizm, bazen de Fütürizm ilgimi çekiyor. Çünkü her sanat eseri kendi döneminin ruhunu yansıtır; önemli olan sanatçının yaşadığı dönemi özümseyerek o ruhu yaratmasıdır. Mesela kendi döneminde Brancusi’nin o ruhu yakaladığını düşündüğüm için üslubu ve sanat anlayışı beni her zaman çok etkilemiştir.

 

 

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Günleme © 2019 Tüm Hakları Saklıdır.