İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Erzincan’dan Paris’e: Arel Ailesinin Sanat ve Hayat Yolculuğu Üzerine Esin Arel Tunalıgil ile Söyleşi

1936-1939 yılları arasında ressam Maide Arel ve eşi ressam Şemsi Arel, Erzincan’da öğretmenlik yapmıştır. Şemsi Arel, Harp Akademisi’nde görevliyken, arkadaşı Cemal Tollu‘nun önerisiyle Erzincan Askerî Ortaokulu‘na resim öğretmeni olarak atanmış; Maide Arel ise Erzincan Ortaokulu’nda Fransızca ve müzik dersleri vermiştir. Arel çifti bu dönemi coşkulu bayram kutlamaları, okul baloları, doğa gezileri ve atölye çalışmalarıyla dolu, aydınlık bir dönem olarak anlatmıştır. Ancak 1939 Erzincan Depremi, hayatlarını dramatik biçimde değiştirmiştir. Oturdukları kerpiç evin penceresiyle birlikte yıkılması sonucu mucizevi şekilde kurtulmuş; karların üzerinde hayatta kalmaya çalışmışlardır. Deprem sırasında birçok dostlarını ve öğrencilerini kaybetmiş, bazı eserleri enkaz altında kalmıştır. Haberleşme imkânlarının tamamen kesilmesi, postane ve telgrafın yıkılması nedeniyle ailelerine ulaşamamışlardır. Bu büyük felaket, hayatlarında derin izler bırakmıştır.

Arel ailesi Erzincan yolunda, Eylül 1936

Ailenizin Erzincan’a gitme süreci, bir anlamda rastlantı sonucu başlıyor. Bu sürecin ardından yeni bir hayata başlamaları, sizce onların yaşamlarını nasıl değiştirmiş? Ailenizin bu felaketten kurtuluş hikayesini tekrar dinlerken siz neler hissettiniz?

– Çok korkunç bir deprem olmuş. Çok felaket şekli görmüşler. Arkadaşlarının çoğu vefat etmiş. Sonra küçük talebeler, askeri okuldaki talebelerin hepsi ölmüş maalesef. Sonra mucizevi bir şekilde çocuk salıncağı bir ağaç dalına takılıyor ve kurtuluyor, aileden sadece o kurtuluyor.

Bir arkadaşın sobası devrilmiş ve bacağı yanmış; öyle felaketler anlattılar. Bir de yurt dışından yardımlar yapılmış fakat yurt dışından gelen çok güzel şeyler onlara intikal etmemiş.

Sonra, kendisi çok soğuk ve karlı bir günde olmuş, sabaha karşı. Ve babam enkazdan kalın şeyleri, yorgan, battaniye ve kıyafetleri çıkarıyor çünkü gece kıyafetiyle, yatak kıyafetleriyle çıkmışlar karın üstüne. Oradan okul olduğu gibi Konya’ya nakil oluyor Erzincan depremi yüzünden. Sonra altı sene de orada kalıyorlar. Babam oradaki okulda yine resim dersi veriyor. Annem çalışmıyor çünkü ben ve ablam orada doğuyoruz. Fakat kendisi piyanoyu oraya götürüyor. O sırada piyano dersleri isteyenleri, hevesli kızları, kız çocuklarını eğitiyor, onlara kitaplar veriyor, okutuyor. O şekilde kendini yine sanata yönlendiriyor, bir çalışma yapıyor.

32.962 kişi öldü, yaklaşık 100 bin kişi yaralandı ve 116.720 bina yıkıldı. Richter ölçeğine göre 7,9 şiddetinde olan deprem Erzincan’dan Amasya’ya (yaklaşık 400 km), Sivas’tan Karadeniz’e (yaklaşık 200 km) kadar olan bir bölge içinde büyük tahribata yol açtı. En büyük yıkım Erzincan’da yaşandı.

Enkaz altında kalan bazı eserlerden söz ediyorsunuz. Ailenizin o deprem sonrası taşınma süreci sanatlarını ya da yaşam tarzlarını ne yönde etkiledi?

– Tabii, mesela iki üç tane eseri enkaz altında kalıyor, ona üzülüyorlar, anıları kalıyor. Yeni evliler, gitmişler 1935’te evleniyorlar çünkü. 1936‘da da Erzincan‘a gidiyorlar. Tabii ki üzüntülü günler geçiriyorlar, yani hayatlarında bir dönem üzüntülü oluyor. Sonra babam 1946 senesinde bir dilekçe yazıyor Milli Eğitim Bakanlığı‘na: “Sanatımı Konya’da tam anlamıyla icra edemiyorum. Bu nedenle İstanbul ya da Ankara gibi bir büyük şehre tayin olmak istiyorum.” diye. Ankara Harp Okulu‘na tayini istiyor ve Ankara’ya tayin oluyor. Ve Ankara’da güzel bir hayat yaşıyorlar, Eşref Üren arkadaşlarıyla beraber. Ondan sonra sanat camiası ile iç içe sergilere katılabiliyor.

Çünkü Konya’dayken, Erzincan’daki zamanda İstanbul’a eserlerini getirip sergilemek zor geliyor tabii. O yüzden gayet güzel günler geçiriyorlar. Fakat İstanbul, tabii İstanbul’a gelmek istediği için Milli Eğitim Bakanı‘na dilekçe yazıyor “Ben tahsilimi, sanatımı ilerletmek için Paris’e gitmek istiyorum, Paris’te eğitim görmek istiyorum” diyor ve izin alıyor. 1949 – 1951 senesinde Paris’te kalıyorlar. Hatta 1951 senesinde ben hatırlıyorum, çocuktum o zaman tabii. Ailece gidiyoruz çünkü Paris’e. Ankara gemisiyle gittik. Pira açıklarında falan insanlar hepsi çok kötü oldu. Fırtınaya yakalandık. Kamaradan dışarı çıkmadık da. Annem bize hep kaba leblebi falan vermişti ablamla bana. O şekilde atlattık Ankara gemisinde. Marsilya’ya indik, oradan Paris’e geldik. Sonra Paris’te babam kendi çocukluğunda gittiği, yani 1911’de falan gittiği zamanki otelini aradı. Hotel Racine, Ruhi Bey‘le, yani babasıyla gittiği zamanki kaldığı oteli. Fakat yer yoktu. Ona yakın, Lüksemburg Oteli‘nde kaldık. Lüksemburg Parkı’na yakın. Orada bir okul var. O okula bizi yazdırdılar. O okula gittik. Onlar da André Lhote gittiler.  Annem bu arada Fransızcasını daha da ilerletsin diye Fransız kültürlere gitti. Orada Fransızca diploması da aldı tekrardan. Sonra işte 1951’in sonu, yılbaşı yani 1952’ye girdiğimiz sene Tarsus gemisiyle döndük. Biz çocuktuk tabii. Bizi götürmediler. Gemideki baloya katıldılar. 1952’de geldik İstanbul’a. Babam o zaman da Askeri Harp Okulu’nda, Deniz Harp Okulu’nda görev aldı. Ondan sonra babamın hayatı burada İstanbul’da geçti ve askeri okullarda.

Arel ailesi Ankara Vapuru ile Marsilya’ya hareket, 1949
Maide Arel kızları Esin & Selma ile Ankara Vapurunda, 1949
Lüksemburg Oteli önünde Hakkı Anlı, otel sahipleri, Maide & Şemsi Arel, 1950
Ruhi Arel’in eşi ve oğlu Şemsi Arel ile kaldığı otel, Hotel Racine, 1912 (Ruhi Arel ve otel sahipleri)
Şemsi Arel atölyesinde modeli ile çalışıyor. Erzincan 1939
Şemsi Arel, Kompozisyon 1939 (Bu resim Erzincan depreminde enkaz altında kalmış)
Maide Arel, 1938 Kağıt Oynayanlar maalesef bu tablosu 1939 depreminde enkaz altında kalmış.

Peki Erzincan dönemine dönecek olursak, o dönemdeki Erzincan’ın atmosferi, sokakları, halkı, doğası, ebeveynlerinizin anlatılarında nasıldı? Biraz bahsetmişsiniz, onu biz detaylandırabiliriz.

-Evet, çok güzelmiş. Cemiyet yemekleri, okul çevresi… Annem o zaman tabii Atatürk dönemi bir yerde. Şapkalı falan, gayet güzel, balolara gidiyorlar. Balolar, geziler, piknikler tertip ediliyor. Voleybol oynuyorlar; o zaman bir kadının voleybol oynaması bayağı mühim bir şey. Babam Harf İnkılabını resmetmiş, tablo yapmış; o da zelzelede kalıyor ama fotoğrafı var. Erzincan’a ilk trenin gelişi… Onu resmetmiş. Orada şapkalı bir hanım var, o annem aslında, arkadan görünüyor.

Şemsi Arel, Erzincan’da Tren, 1938 Tuv./Yğb. 85x100cm (Nafia Bakanlığı’nda bulunmaktadır)
1938 Erzincan’a Trenin ilk geliş hatırası Maide ve Şemsi Arel.

Belgelemiş o dönemi aslında.

-Evet, belgelemiş. Kerpiç evlermiş ekseriyetli, zelzeleden sonra galiba Erzincan’ı başka bir yerde tekrardan inşa etmişler, babam öyle demişti.

Size bunları ne zaman anlattılar, kaç yaşınızdaydınız? Çünkü çok büyük bir birikime sahipsiniz.

-Evet, ilkokul çağından itibaren başladılar.

Maide & Şemsi Arel, 1937, Erzincan

Erzincan Belgeliği adına size katkılarınızdan ötürü çok teşekkür ediyoruz. Bu anıları ve görselleri paylaşmanızın, hatırlamanın ve hatırlatmanın sizin için önemi ne?

-Rica ederim. Aslında tabii anne ve baba ile hep gurur duymuşumdur. Yani onların kıymeti benim için çok önem taşıyor. Bir de bunu hatırlamak da, eski resimlere bakmak da insanı çok duygulandırıyor. Mutluluk duydum. Zaten hep anılarımda yaşıyorlar. Güzel günlerdi. Gençliğimiz çok güzel geçti. Seyahatler yapardık. Ben de iki kere, üç kere yurt dışına çıktım. Babam hatta bize bir liste yaptı, ablamla beraber çıktık. Ben bankaya girmiştim, ithalat bölümünde çalışıyordum Yapı Kredi’nin. Hemen birinci sene, yani 1973’te girdim, 1975’te seyahat ettim kendi olanaklarımla. Ablamı da babam benim yanıma verdi, beraber gittik. Bir liste yaptı, ilk önce görülecek müzeler listesi, ikinci derecede görülecekler listesi. O listeye göre biz hareket ettik, bir de ‘guide’ verdi elimize, Fransız ‘guide’ i, kendilerinin kullandığı. O ‘guide’ ile biz kendi otelimizi bulduk. Ondan sonra, eşimle 1986’da gittiğimde otelin önünde benim resmimi çekti. Bir fark vardı, gene otel Lüksemburg olarak kalmıştı, ne kadar güzel bir şey. Bakın 1949’dan 1986’ya kadar otel aynı şekilde kalıyor, yalnız altındaki kafe, kafe bar olmuş. Bir tek fark oydu. Yani o kadar enteresandı. Biliyorsunuz ki ‘guide’ ile Fransa’yı gayet güzel rahatlıkla geziyorsunuz. O bakımdan babamın bize yönlendirmesi çok başka bir şey.

Esin Arel Tunalıgil’in yıllar sonra çocukluğunda kalmış otelin önünden bir kare, 1986

Böyle bir sanatçı ailenin çocuğu olarak siz bir şeyler yaptınız mı, o anlamda? Ya da heveslendiğiniz bir şey oldu mu?

-Evet, yaptık. Babam ilk önce bana… Belki göreceksiniz şimdi, arkada resimler var. İlk kopyamı Georges Braque’tan yaptım. Ondan sonra ikinci kopyamı Monet’den yaptım. Üçüncü kopya… Yani onun kopya olarak yaptırması, yağlı boya çalışmaya alışma dönemiydi. Ama ilk önce desen yaptırdı. Çok desenim var aslında ama onları çıkartmadım, bilmiyorum. (gülüşmeler) Heykelden çalışmalar, evdeki heykellerden… Natürmort çalışmaları…

Sonra annem de 1961- 1962 senesinde Saint-Benoît Kız Fransız Okulu’nda talebeyken resim hocamız oldu. Ama ücretli olarak iki sene çalıştı. Sonra bıraktı, çünkü sanatını yapmasına mani oluyordu ders vermesi. O bakımdan sadece resim yaptı. Ve derneklere üyeydi. U.F.A.C.S.I (Birleşmiş Kadınlar Sanat ve Kültür Derneği). Uluslararası Türk Kadınlar Sergisi Kongresi’ne katıldı. Hatta çok lisan bildiği için münekkitler geldiği zaman onları gezdirmeyi üstlenirdi. Pierre Loti’ye götürürdü mesela.

‘Federation Internationale Culturelle Femine’ Kartı

Bülent Ecevit de o sırada gazeteciydi. Bülent Ecevit’le Piyer Loti’de, o münekkitlerle beraber çekilmiş fotoğrafları var. Müzeleri gezdirmiş. Gayet güzel… O 1954 senelerinde galiba, tam şimdi hatırlayamayacağım. Sonra babam 1954 senesinde tekrar Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, Atina, Yunanistan… Hepsini kapsayan bir tetkik etüt gezisi yaptı. Onlardan bazı desenler çizmişti. Zaten babam çok defter tutan bir insan. Her gittiği yerin defteri var: Antakya, İskenderun, Ihlara, Bodrum… Yazları bazen Çınarcık’a giderdik ben ilkokuldayken. Oradan, Akçakoca’dan da var. Yani her gittiği yerin eskiz defteri var.

Zaruhi Feruhan, Şemsi Arel, Maide Arel, 2 kongre üyesi ve Bülent Ecevit, 1954, Piyer Loti
Şemsi Arel’in Floransa tetkik gezisi, 1954
Şemsi Arel Brüksel tarihi meydanda, 1954

Fransa’da tabii, o André Lhote dönemi defterleri ayrı. Fotoğraf albümleri var. Fotoğraf çekmeyi çok severdi. Eski körüklü bir makinesi vardı, Kodak galiba. Onunla fotoğraf çekerdi. Sonra kare fotoğraf çıkaran bir fotoğraf makinesi vardı, onunla da çekerdi. Yani her yerin fotoğrafını çekerdi.

Maide Arel hocası Andre Lhote ile Paris’te, 1950
Paris’te Lhote Akademisi önden 1. sırada Şemsi Arel, 3. sırada Maide Arel arkalarında Hakkı Anlı ve diğer talebeler, 1950
Paris Art Modern Müzesi önünde Hakkı Anlı, Şevket Arman ve Arel ailesi, 1950

Bugüne taşınmış, sayenizde biz de görüyoruz. Şu arkanızdaki fotoğraf da sanırım Erzincan’da?

Evet, Erzincan’daki kayakçılar… At sporu, düşünebiliyor musunuz? O zaman annem at üstünde. Ve kayakta. 1936 -1938 seneleri… Erzincan’daki oturdukları ev… Tabii gitmiş. O evin sahibi kurtulmuş. Buzağıyla beraber kalmış altta. Alt katta oturuyormuş. Üst katta kendileri oturuyormuş. İki katlı bir binaymış. Yazık tabii… Eski binalar da gitmiş. PTT gittiği için ailesine, İstanbul’daki ailesine hiç ulaşamamış. Hiçbir haberleşme olmamış, deprem sırası çok kötü geçmiş.

Söyleşi: Zülal Dicle Cengiz

Esin Arel Tunalıgil Erzincan döneminden fotoğrafları gösteriyor.
Erzincan fotoğraflarının olduğu bir albüm.
Esin Arel Tunalıgil’in Şemsi Arel ile ilgili haberleri toplandığı bir dosya.

Şemsi Arel, Maide Arel’in Portresi ,1940 Tuval üz.ygb.61×41 cm.
Şemsi Arel, Maide Arel ve Esin Arel Tunalıgil’in eserlerinin olduğu resim koridorundan bir kare

Yazar

Rukiye Şentürk
Rukiye Şentürk

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Mission News Theme by Compete Themes.