İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Eski İstanbullu Ağaçlar

2001 yılı ders Belgeliği mezunu Volkan Yalazay’ın, İstanbul’un anıtsal ağaçlarını konu edinen 480 sayfalık Kırsal Çevre Ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nin yayımladığı kitabı “Eski İstanbullu Ağaçlar” geçtiğimiz aylarda raflarda yerini almıştı.

Günleme ekibi olarak Volkan Yalazay’a bizlere kitabından ve kitabın oluşum sürecinden bahsetmesini istedik.

Yalazay, Eski İstanbullu Ağaçlar’ın kendisinde olan yerini şöyle açıklıyor:

İstanbul söz konusu olduğunda işin içine “Eski İstanbullular” gibi zihnimizde ve imgelemimizde saygıdeğer, kültürlü, görmüş geçirmiş ihtiyarlar şeklinde beliren sözcükleri bu şehrin anıt ağaçlarıyla birleştirmek sanki doğru oldu diye yazmıştım geçenlerde. Her ne kadar bu ağaçları insanlaştırmaktan kaçındıysam da İstanbul gibi bir şehrin ağaçları da o şehrin insanlarla içli dışlı yapısından nasipleniyor. Geçmişte veya günümüzdeki varlıkları da, yoklukları da şehrin kültürü ve tarihiyle sarmaş dolaş. Günümüzdeki halleri ki korunmuş ve yazık edilmiş farklı haller içindeler, bize hem bu şehrin coğrafi ve kültürel zenginliğinin ve hem de bu zenginliğin nasıl pervasızca yok edildiğinin işaretlerini veriyor.
İstanbul’un anıt ağaçlarını anlatmak keyifliydi ama hiç kolay olmadı…

“Kitabın hikayesinin bendeki ilk anıları ders Belgeliği’yle kesişen, örtüşen anılarla harmanlı.”

Yalazay, Marmara Üniversitesi Resim-İş Öğretmenliği Bölümü’nde Hüseyin Avni Öztopçu atölyesinde öğrenciyken ders Belgeliği çatısı altında “Belgelik Ağaçları” ile tanıştığını, ilk zamanlarına tanık olduğunu ve ağaçlara olan düşkünlüğünün, anıtsal ağaçlara olan özel ilgisinin Belgelik Ağaçları ile birlikte büyüdüğünü söylüyor.

Lisan eğitimini tamamladıktan sonra Yüksek Lisans’a başladığını ancak tez aşamasında yarım bıraktığını söylüyor ve ekliyor; “Yüksek Lisans’ı yarıda bırakmamın önemli nedenlerinden biri şimdilerde anlattığım kitabımı yazmayı tercih etmemdi.”

Volkan Yalazay, Eski İstanbullu Ağaçlar’ın nasıl mayalandığını, yazılış sürecini ve yol hikayelerini anlattığı kitabının “Önsöz” kısmından kısa bir kesiti bizlerle paylaşıyor.

“Kutsal değerlerle, mistik anlamlarla sarılmış yaşlı, heybetli veya tek başlarına bulunan kimi ağaçların, günümüzde ‘anıt ağaç’ diyerek tanımlamaya çalıştığımız ağaçlarla aynı ağaçlar olduklarını söylemek yanlış olmaz. Geçmişte ve bazen de günümüzde geleneklerle, birbirinden farklı hislerle korunan bu ağaçlar, diğer doğa parçaları gibi insan baskısı ve yıpratıcı teknolojiyle baş başa kaldılar.

Bu kitabın pek çok amacı varsa da ilk ve yalın amacı bu ağaçların tespit edilmeleri oldu.

Gününün büyük bir kısmını arkadaşlarıyla oynamak yerine ağaç üzerinde geçiren, sürekli yaşlı ve devasa ağaçların olduğu resimler çizen ve hikâyeler yazan bir çocuk düşünün. Üniversite yıllarında da sanat eğitimi alırken aynı zamanda Orman Fakültesi’nde korsan öğrencilik yapıyor, ders kitaplarını alıyor ve okuyordum; Dendroloji ise en sevdiğim ders olmuştu.

Ve 1999 senesinde, elimde Çelik Gülersoy’un İstanbul’un Anıtsal Ağaçları kitabıyla başlayan yolculuğum aynı zamanda bu kitabın da yolculuğu. Uzunca bir zaman, işimden artakalan zamanlarımı bu ağaçların izini sürmekle geçirdiğimi söylesem abartmış olmam.

Anadolu coğrafyasında her biri kendine münhasır ağaçlar, Asya’nın yağmur ormanlarında salkım saçak olanlar, Avrupa’nın yağışlı ve serin ikliminde sakin ve devasa bir hayat sürenler, Orta Doğu’nun taşlı ve kumlu, sıcak ve kurak toprağında sabırla, asırlarca kök salanlar… İstanbul’dan ayrıldıkça yine ağaçların peşinde dolaştım durdum.

Çelik Gülersoy’un kitabıyla birlikte birkaç envanter çalışmasına da ulaşmış olarak İstanbul’un ağaçlarını ziyaretlere devam ederken bu ağaçların yakınlarında yaşayan ancak bahsi geçen çalışmalarda yer almayan daha başka ağaçlarla da selamlaşıyor ve tanışıyordum. Böyle beklentisiz karşılaştığım ağaçlar, muhabbet ettiğim insanların bahsettiklerine ekleniyordu. Daha önce tespitleri yapılmamış bu ağaçların çok sayıda olmaları ve kitaplara düşkünlüğüm birleşerek bu çalışmayı mayalayıverdi. Mayalanan fikirler ise kabarıp da kabına sığmayınca yöntemimi değiştirmem gerekti.

İstanbul’u bölgelere ayırarak işe başladım. Semt semt ve olabildiği kadar da sokak sokak gezmeye başlamam bundan sonra oldu ve gücümün ve isteğimin yettiği daha pek çok yeri de aynı özenle incelemeye çalıştım.
Her yanı kat kat kültürle sarılmış İstanbul’un yaşlı, muazzam, garip, yalnız veya yan yana, korunmuş veya harap edilmiş ağaçları… Konu edilenler bu şehrin, İstanbul’un, ağaçları. Kimi yerli, kimi göçmen; ama şimdi her biri bu topraklara köklerini saldı ve artık ‘İstanbullu’ oldu.

Bir ağaç İstanbullu ise şehrin kültüründen de, koşturma ve telaşından da nasibini alır. Kırsalda, herhangi bir dere başında yeşermiş bir çınarla, Kâğıthane veya Göksu Deresi kıyısında, yine aynı zamanda köklenmiş bir çınar arasında ne yaş, ne ölçü ve ne de görünüş bakımından bir fark olmadığı varsayılsa dahi, muhakkak insan kültürü içindeki yerleri birbirinden farklı olacaktır. Gölgelerine gelip oturan insanların sayıları gibi çeşitli kültürlerden oluşları, kök saldıkları toprağın kültürel, zamansal ve mekânsal katmanları…

İstanbul kültürünün başka bir âlemin kapılarını araladığını, iyisi ve kötüsüyle, insan ve ağaç ilişkilerinin onları anlatmada farklı pencereler açtığını görürüz.


Ağaçlarla doğrudan ilgisi olan ama çoğunlukla da olmayan kitaplar, görsel malzemeler, her türlü eski yayınlar mevcuttu; kütüphanelerde, sahaflarda duruyordu bunlar. Olabildiği kadar, yani çok az bir kısmını okudum, klasörler dolusu notlar aldım. Konuyla ilgili yayınların yetersizliği dolayısıyla da botanik, tarih, seyahat, hatırat, edebiyat gibi çeşitlilik gösteren türlü alanlarda dolaşmak gerekti.

Nihayetinde, geçmişle bugün arasındaki türlü tezatların içine daldım, büyük dert sahibi oldum.Yorucu, bir o kadar da keyifli koşturmanın ardından biriken listeler, belgeler, yazılar ve fotoğraflar… Çok geçmeden 2500 sayfayı bulan, kitap değil, ansiklopedi değil, böyle bir şey vardı elimde. Çınarları ayırdım, bir kısmını seçerek geri kalanına kattım ve böylece ortaya bir ‘kitap’ çıktı. Sene 2010; birkaç yayın evi ile de görüştüm nihayetinde. Kimileri çok beğendi, ‘ama satılmaz’ dedi, kimileri ise ‘iyi değil’ diyerek geçiştirdi…

Dört yayın evi bu işler için yeterli değilse de o sıralarda İstanbul’dan ayrılma ve kırsala göçme zamanı gelmişti. Yeni hayatımızda ise tüm zamanımızı alan tarımsal faaliyetler hızlıca araya girerek tüm boşlukları doldurdu. Bu kitabı bir yük olarak sırtladım ve ne yaparsam yapayım hiç indirmedim, ağırlığını hissettim ama indiremedim ve içine bir kez bile bakmadım, bakamadım. Ta ki Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nden Ahmet Demirtaş ve Salih Usta ile tanışana kadar.

Kitabı gördüklerinde sevdiler; diğer ekip üyeleri de aynı hisleri paylaşmış. Ve bir süre sonra basımına yardımcı olma niyetlerinden bahsettiler. Bu niyet kesinleştiğinde ise mayası uykuya geçen kitabı yeniden açtım ve aradan geçen sekiz yıldan sonra bir başkası yazmış gibi okudum. Kimi yerlerinden ben dahi sıkıldım, bir kısım detaylardan vazgeçtim, sadeleştirdim ve İstanbul’da uzun adımlarla bir kez daha dolaştım. Kimi güncellemeler ve birkaç yeni ağaçla birlikte son halini almış gibi göründü gözüme.”

Volkan Yalazay’a verdiği bilgiler için teşekkür ederiz.

Metin: Didem Dağdelen
Düzenleme: Sümeyye Çalışkan

İlk yorum yapan siz olun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Günleme © 2019 Tüm Hakları Saklıdır.