İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çetin Toğaç ve Zeliha Akdoğan ders BELGELİĞİ Söyleşisi

– Öncelikle kısaca kendinizi tanıtır mısınız? 

-Ç. Toğaç: Ben Çetin Toğaç. 2004-2008 giriş ve çıkış mezunuyum. Daha
doğrusu 2008 mezunuyum. Erzurum’dan gelmiştim ve ilk yıllarda çok güzel
bir deneyim oldu benim için. Üniversite hayaliyle geldik ve Anadolu’nun
çeşitli şehirlerinden 60 kişilik bir sınıftı. Şu anda burada mezun olduktan
sonra yaklaşık 15 yıllık öğretmenim. Çeşitli şehirlerde, okullarında görev
yaptım. Ve neticede şu anda yine işimizin tam da merkezi olan Güzel
Sanatlar Lisesi, Abdulkadir Meragi Güzel Sanatlar Lisesinde resim
öğretmeniyim.

– Memnun olduk, teşekkürler.

-Z. Akdoğan: Ben Zeliha Akdoğan. Evlendim, soyadım değişti tabi. Zeliha
Akça olarak. Burada 2005-2009 yılları arasında okudum. İlk yıl ders
BELGELİĞİ’nde belgelik ağaçlarında çalıştım. Oradaki bir yıllık tecrübem
bana yetti diyebilirim. Onun dışında Çetin Hocam ile birlikte aynı okulda
çalışıyoruz. Ve Pendik Güzel Sanatlar Lisesi öğretmenleri olarak da geldik.
Umarım keyifli bir röportaj olur. Biz Marmara Üniversitesi Pendik Abdulkadir
Meragi Güzel Sanatlar Lisesinden geldik. Beraber çalışıyoruz. Ortak
yönümüz buradan mezun olmamız. Ve aynı yerde çalışmamız. O yüzden
böyle bir röportaja dahil olduk.

– Çok teşekkür ederiz. Şimdi size ilk olarak bu röportajın ana sorusu
olan soruyu sormak istiyorum. dB yarışmasına getirdiğimiz desenleri
gördük. Diğer Güzel Sanatlar Liselerinden daha farklı bir çalışma
tavrınız var. Bunun kaynağı nedir?

-Ç. Toğaç: Öncelikle bunun tabii ki de dayanağı bu atölye. ders
BELGELİĞİ’nin tam da gerçekleştiği Avni hocamızın atölyesi. Çıkış
noktamız burası. Çizgi tarzından çalışma konseptine varıncaya kadar birçok
şeyi aslında buradan aldık. Biz buraya geldiğimizde naif tarafımızla geldik.
Ve desenin hani nasıl güçlü bir desen olması gerektiğini Avni hocanın
direktifleri onun önderliğinde burada zaten oluşturduk. Şimdi hali hazırda da
Güzel Sanatlar Lisesindeyiz, bu fırsatı yakalamışken bunları kendi
öğrencilerimize aktarmaya çalışıyoruz.

– Siz peki ne dersiniz?

-Z. Akdoğan: Ben de şöyle Nevit Kodallı’dan mezunum, Mersin Güzel
Sanatlar Lisesi. Orada aldığım bir eğitim vardı. Güzel Sanatlar Liselerini dolu
dolu desen atölyeleri ve iki boyutlu sanat atölyelerinde farklı tekniklerle
çalışmalarla destekliyorlar. Marmara’yı kazandığım zaman da desen
atölyesini Avni Hoca’yla birlikte almanın verdiği bir şanstı benim için. Burada
BELGELİK işte ders BELGELİĞİ ve diğer farklı alanlarla ilişkilendirdiğimiz
alanlar var. O yüzden burada desen çalışmalarını çocuklara yaptırırken, hem
Güzel Sanatlar Lisesi’nden hem de burada aldığımız eğitimden faydalanarak
çocuklara şu yönden faydalı olmaya çalışıyoruz. Bizim içimizden gelen bazı
güzellikler var. Dışarıdan da bizim gözlemlediğimiz bazı güzellikler var.
Çizerken bunları fark etmelerini istiyoruz. Ve olabildiği kadar insanın yaptığı,
insan üretiminin işte doğallığını keşfetmelerini, bu çizimleri yaparken teknik
beceriyle birlikte kendilerine ait olan özgün bir üslupla yaklaşmalarını
bekliyoruz. O yüzden çizimlerini her defasında konuştuğumuzda sadece
ufak bir bakış açısıyla farklı değişiklikleri, işte ışığı, ifadedeki güçlü yanlar
neler olabilir, bunları konuşarak bir dil geliştirmeye çalışıyoruz desen
dersinde. Farkındalık açısından çocuklara desenin duygularımızı ne kadar
karşı tarafa aktarabileceğimizi, gösterebileceğimiz önemini kavratmaya
çalışıyoruz. Bu duygular da tabi değişkenlik gösteriyor. Örnek vermek
istiyorum. Mesela buraya geldiğim zaman bir desen sergisi vardı 2005
yılında. Ve bu desen sergisini gezdiğimde bir tane kadrajla karşılaşmıştım.
Daha önce hiç böyle kompozisyonlarda, açık ve kapalı kompozisyon olarak
biz öğrencilik yıllarımızda, farklı şekillerde üretim yapmaya çalışırdık. Ama
kadrajlardan bir tanesi daha böyle gizemli bir havası olan bir kadrajdı. Onu
gördüğüm zaman bir farklılık hissetmiştim. O duyguyu yansıtmak için bu
kavramları nasıl kullanabileceğimize dair bir sorgulamaya gitmiştim. O
benim çok hoşuma gitmişti. Sanırım ders BELGELİĞİ’nin hazırlamış olduğu
yarışmada derece alan çalışmalardan birisiydi. Daha sonra çünkü internet
sitesinde baktığımda aynı çalışmayı gördüm. Ve devamında tabi diğer
çalışmaların da bir sorgulama üzerine olduğunu keşfettim. Yani bizim
kullandığımız kavramları, desende kullandığımız kompozisyon, oran orantı,
hareket, ışık bölge gibi bazı temel kavramları, nasıl daha farklı salasal bir
bakış açısıyla kullanabileceğimizi orada keşfetmiş olduk.

– Çok teşekkür ederiz.

– Bu açıdan bakınca, hani siz buraya gelince karşılaştığınız bunları
söylüyorsunuz. Sizin öğrencileriniz o zaman çok şanslı, lisede bu
farkındalığa ulaşıp kararlarını daha iyi verip çizimlerini o yönde
geliştirebilirler.

-Z. Akdoğan: Evet, bununla ilgili okulda ilk yıllarımızda öğrenciyle desen
çalışmalarını konuşurken bir şey fark ettim. Çocukla mesela konuşuyoruz.
Ondan istediğim bir portre çalışması üzerine ödev getirdi. Bu ödevini işte
yorumlarken ona şey dedim, hani bir dahaki sefere yapacak olursan daha
duygusal ya da daha duygu yüklü nasıl çalışılabilirdi diye ona sordum.
Devamında tekrar cümle devam etmedi. Ondan bir yanıt bekledim. Tamam,
deneyeceğim dedi. Sonraki gelişinde ödevini gösterdi ve bu defa ağlamaklı
bir yüz ifadesiyle gözyaşları akan bir portre geldi. Ben de ona şunu söylemek
istedim. Yani senden istediğim o duygu yüklü olan kısmı portrenin daha
başka derinliği olan, sizin de az önce söylediğiniz gibi yönleriyle buna
herhangi bir gözyaşı eklemeden o gözyaşının verdiği duyguyu biz başka
nasıl elde ediyoruz? İşte portremizin yönünü çevirmek olsun, farklı bir ışık
açısı kullanmak olsun ya da kompozisyondaki kağıtta durduğu yer olsun
bunların hepsi bizim için kullanabileceğimiz öğelerdir. O yüzden bizim için
gözyaşı tamamıdır yani. Senin burada gözyaşı kullanmana gerek yok
dediğimde çocuk çok şaşırmıştı. Şöyle şey demişti, bu şekilde hiç bakmadım
demişti. O yüzden başka çalışmalarını da getirdiğimde daha farklı bir
gözlemle, daha farklı bir hassasiyetle yakaladığını gördüm.

– Biz buna şey demiştik sanırım derste. Gözü olmadan görsün, kulağı
olmadan duysun, ağzı olmadan konuşsun. Ya önemli olan o hissiyatı
verebilmek aslında desende.

-Ç. Toğaç: Yani belli başlı o duygu dışavurumları dediğimiz bazen sevinç,
bazen hüzün, bazen işte ağlamak gibi. Bunların dışında kalan, aslında belki
de çözülmeyen taraflarına, hislerimizle, bakış açımızla veya o anki bizim
duygu ve izlenilerimizle çıkardığımız anlam diyebiliriz. Ben öyle
yorumluyorum en azından.

– Kesinlikle. Biraz bahsettiniz ama ben yine de eklemek istediğiniz bir şey
olursa diye sormak istiyorum. ders BELGELİĞİ nedir? Sizin için ne anlam
ifade ediyor? ders BELGELİĞİ’nin sizdeki yeri nedir?

-Ç.Toğaç: ders BELGELİĞİ dönem öğrencisiyken çok, maalesef hani aşırı
bilinçli bir şey yaklaşımımız olmadı. Ama bunu yıllar sonra çok iyi anladık ki
takip ettiğimiz kadarıyla, biraz takip etmede de sorunlar yaşadık. Yani kendi
adıma söyleyeyim en azından, eleştiri yapayım. Aslında her an takipte
olunması gereken, gerçekten yüksek öğretimde, yüksek öğretim düzeyinde
belki bir model olarak ele alınıp, yaparak yaşayarak öğrenme modelinin
olduğu bir bence belgelik, birikim dolu her şeyden önce, paylaşım dolu, iş
birliği, dayanışma ve bunların hepsinin kayda geçtiği, kayıt altına alındığı ve
sürekli bir de güncellik var. Anadolu’dan işte çeşitli şehirlerden gelen bizlerin,
gençlerin her dönemin o ruhunu yansıtarak o güncelliği, o dinamizmi,
güncellik atıp dinamizmi koruduğu bir alan diyebilirim. Ve kendimizi
rahatlıkla ve serbest bir şekilde, özgün bir şekilde ifade ettiğimiz bir alan
diyebiliriz. ders BELGELİĞİ, aslında bir arşiv bana göre, bir arşiv oluşturma,
bir kayıt oluşturma, bir hafıza oluşturma diyebilirim.
Ve yıllar sonra o hafızaya dönüp şöyle bir irdelediğimizde, yokladığımızda ne
kadar güzel şeyler yapıldığını, kayda ne kadar güzel şeylerin geçtiğini
görünce keşke en başında daha fazla bir şeyler yapsaydın, daha etkili
olabilseydin diyebiliyor insan. Yani ders BELGELİĞİ bana göre böyle.

– Çok teşekkür ederiz. Sizin için?

-Z. Akdoğan: Benim için ders BELGELİĞİ şöyle, işte 2005 yılında geldiğimde
tabi gençliğin verdiği bir uçarılık vardı. O yüzden öğrendiğim şeyleri işte biraz
böyle göstermeye çalışarak ya da işte öğreneceğim şeyleri ben çabucak
kaparım gözüyle bakarak biraz böyle bir çabucak olma durumu, işte ben
oldum durumu oluşuyordu. Tabii o gençliğin verdiği bir doygunluk hissiydi
ama sonra geriye dönüp baktığımda yaşadığım şeylerin hepsinin bana bir
tecrübe olarak geri döndüğünü ve bu tecrübeyi şu an meslek hayatında bile
ne kadar kullandığımı ve farkında olmadan bazı eleştirel ve sorgulama
yöntemlerini keşfettiğimi, bu yönden ders BELGELİĞİ’ nde bu oluşum
süreçlerini gördüm ve oradan kullandığım şeyleri şu anda öğretmenlik
hayatımda, sanata bakış açımda çokça kullanıyorum, fark ettim bunu. Bu
kısımda ders BELGELİĞİ felsefeyle ve belgelik ağaçlarıyla ilişkilendirilmişti.
Sanırım daha sonraki yıllarda dil, tarih gibi müzikte vardı. Onlar da eklendi.
Ne kadar çok yönlü ve kendini geliştirebilen, yaşayan bir şey olduğunu fark
ettim. Tabi ki de bu oluşumun içerisinde burada hala hazırda olan bir öğrenci
grubu vardı. Ve bu öğrenci grupları etkileşime girerek, farklı alanlardaki bu
tecrübeleri sanata nasıl yansıdığını, sanatın işte dilini çözmek üzerine kurulu
bir şey olduğunu sonraları fark ediyorum. Belgelik ağaçları kısmında, benim
mesela tohum ekerek, fidan yetiştirmek üzerine arkadaşlarla birlikte
yaptığım çalışmaları hatırlıyorum. Tabii ki de şehir hayatında büyüyen
insanların bu yönden bir eksikliği oluyor. Doğayla bir bağ kurulma işte o
doğayı sevme, bilinç kazanma gibi bir sürece giriyorsunuz. Ben de ceviz
tohumu ekmiştim. İşte ve fidesi biraz büyüyünce farklı böyle bir yere koyalım
dedik. Avni Hocamız da şu ara koridordaki bahçemizde bizi takip ederdi.
Gençler nasıl yapıyorsunuz diye bakardı, kontrol ederdi. Bu ceviz fidanını
çıkarttığımızda, içinde bir elma fidanı daha vardı. Ufak bir filizlenme
başlamıştı. Genç, sen elma yiyip onu da mı atmışsın diye bana takılıyordu. O
esnada ben de şeyi fark ettim. Tohum gerçekten çok enteresan bir şey.
Cevizle başlıyorsun ama o esnada elma yiyince elma da filizleniyor. Ve bazı
şeyler birbiriyle bağlantılı, o yüzden şey çok hoşuma gitmişti, hani biz de
aslında yaşayan varlıklar olarak zaman kavramıyla birlikte, biz de hani belki
bir ceviz fidanıyla başlıyoruz ama başka tohumlar da içimizde büyüyor
olabilir, sadece o an farkında olmuyoruzdur. Ve zaman geçtikçe bu
tohumların işte filizlenip sonra büyük ağaçlara dönüşmesi, bu ağaçların
çevreye faydalı olabilecek farklı şekillerde ortaya çıkması da ders BELGELİĞİ
aracılığıyla mümkün oldu diyebilirim.

– Çok teşekkür ederiz. Özellikle de belgeliklerle olan ilişkinizi de
paylaştığınız için. Çetin Bey, siz herhangi bir belgelik kolunda yer aldınız
mı?

-Ç. Toğaç: Evet, ben de yine aynı şekilde Zeliha Hocada olduğu gibi belgelik
ağaçları kolunda yer aldım. O dönem aktif bir takım şeyler yaptık, işte neşe
palamudu gibi, kestane gibi ağaçların tohumlarını bulmaya çalıştık bir
arayışa girdik İstanbul’da. Arkadaşlarla bir ada gezimiz oldu hani orada da
bir gezginler koluyla beraber bir ada turu yaptık. Nitekim, iki kolda da beraber
bir iş birliği yaptık, tohumların bir kısmını orada topladık. Bunun haricinde
benim abimler ve bir küçük kardeşim peyzaj sektöründe, peyzaj
düzenlemeleri yapıyor. Bu anlamda ağaç, çiçek zaten kendi işleri olduğu için
ben kendim de zaten bu kolu bilerek seçtim. Çünkü alternatifler sunulmuştu
hani, müzik kolu gibi veya felsefe kolu gibi ama belgelik ağaçlarını bilerek
seçtim, tercihimi bu yönden kullandım. Bu vesile de tabii daha bir detaylı
tanıma fırsatım oldu. İşte aile bireylerinden de aldığım biraz o bilgileri de
zaman zaman kullandık burada. Aradaki küçük bahçede bu tohumları can
vermeye başladık, saksılara koyduk. Onların küçük de olsa bir yeşerdiğini
kısa bir dönemde gördük. Onun mutluluğunu tabii yaşadık. İlkokulda genelde
çim adamla başlarız. O anı tekrar üniversitede, burada ders BELGELİĞİ
sayesinde tekrar bir kez daha yaşamış oldum o duyuruları. İnsanın kendi
eviyle bir anlamda doğada atık durumda belki bir tohumu getirip ona can
vermesi, onun her gün kayıt altına alınarak neredeyse büyüdüğünü, ne kadar
büyüdüğünü ki öyle yapıyorduk. Ona şahit olmak inanılmaz bir duygu. Belki
de anlatılmaz bir duygu. O yüzden hani özellikle yaşlılığımızda,
balkonlarımızda ne yapıyoruz? Bir takım bitkileri işte domates de olsa
tohumdan alıp onları büyütüp aslında derdimiz oradaki bir domatesi yemek
değil. Onun o vermiş olduğu duygu. Bence ders BELGELİĞİ, özellikle ağaç
belgeliği durumu bende o anı pekiştirdiler. Ve ben bunu öğretmenlik
hayatımda da çeşitli okullarda öğrencilerime adapte etmeye çalışarak
yaptığım bir girişimde bulundum.Onlar da çok sevdi. Çünkü doğanın bir
parçasıyız biz, doğadan geliyoruz. Doğayla bir temasa geçmek inanılmaz bir
duygu. Dolayısıyla ağaçlık kolu diyelim diğer adıyla bana bu anlamda bir
duygu kattı ve bir farkındalık kattı. Ben de bunu elimden geldiğince hala işte
yapmaya çalışıyorum.

-Bir de sanırım o ağaç belgeliğindeki verdiğimiz emeği de bize hatırlatıyor.
Mesela orada bir emek veriyoruz ve onun somut bir halini de görüyoruz.
Emeğimiz bir şekile bürünüyor, görebiliyoruz artık onu. O hayatımıza da
yansıyor. Aslında bir şeye emek verdikçe ne kadar iyi hale
getirebileceğimizin ya da kesinlikle bir şeye emek vermek gerektiğini de
bize söylüyor.

-Z. Akdoğan: Bizim mesleğimiz öğretmenlik, aynı zamanda sanat eğitimcileri
oluyor. Öğrencileri yetiştirmeye çalışıyoruz ve sanat bilinci kazandırmaya
çalışıyoruz. Nasıl ki biz o küçük tohumları fidan haline getirip yetişme
sürecini gözlemliyorsak, öğretmen olarak da öğrencilerin bizimle birlikte
olduğu süre boyunca onların gelişimlerini kaydedip onları gözlemlemek ve
daha sonra büyüyüp gelişmeye devam edebileceklerini düşünmek, bu hissi
yaşamak, emek vererek bu hissi yaşamak çok güzel oluyor.

-Çok teşekkür ederiz. Daha demin dB’de ağaç belgeliğinden öğrendiğiniz
şeyleri diğer okullarda uygulamaya çalıştığınızdan da bahsetmiştiniz. Buna
yönelik bir soru da sormak istiyorum. dB’nin sizin eğitimci hayatınıza ne
gibi katkısı oldu? dB’de öğrendiğiniz neleri, başka neleri öğrencilerinizle
paylaştınız?

-Ç. Toğaç: Felsefeye bakış açımız mesela ders BELGELİĞİ sayesinde. Evet
ben belgelik kısmında yer almadım, o görevi almadım ama felsefeyle bir
anlamda tamam, lisede ders olarak aldık ama burada Avni hocamızın işte o
felsefe konuşmaları, o derin düşünceleri, bizi sevk etmesi sayesinde bir kere
felsefe yönü bana bir şeyler kattı. Bunun dışında müzik, sıradan bir müzik
yapılmıyordu. Evet o dönem müzik kolu güzel faaliyetler yapıyordu koridorda,
sergi açılışlarında ki hala devam ettiğine şahit oluyoruz. Müzik bölümünden
arkadaşlar, veya resmi bölümü olduğu halde bir enstrüman çalan veya bir
müzik eğitimi altyapısı olan arkadaşlarımızdan bir grup kuruyordu ve burada
o müziğe bakış açımızı da hem bu yönüyle enstrümanda icra etme
konusunda bir diğer yanıyla da örneğin, mesela Aşık Veysel’in o yine
duygudan bahsediyoruz ya o derin duygusu, o anlatımı yine bir değerimiz
olduğu farkındalığını bu vesileyle öğrendim. Ve ben de en azından mesela
Aşık Veysel’i ve onun gibi üstatların o manada hani ele alıp öğrencilerime
aktarmaya çalıştım. Aşık Veysel sadece şarkı söyleyen bir ozan değil. Onun
o derin altyapısını tabi bilgi edinerek de aktarmaya çalıştık. Ama hani
ortaokulu öğrencisi. Bundan ne kadar muvaffak olduğunu bilmiyorum ama
en azından kulağına bir su kaçırdığımızı düşünüyorum. İlerisi için bir altyapı
oluşturduğumuzu düşünüyorum. ders BELGELİĞİ’nin, bir de böyle kattığı
diğer şeyler olduğunu anladım. Bunun yanı sıra hani bir tohuma, bir yaprağa,
bir ağaç türüne hani bakışını değiştirmeye yönelik tabi ki de anlatımlar oldu.
Mesela şöyle bir anımla bunu belgeleyebilirim. Atandım Erzincan’a, ilk atama
görev yerim. Atandığımda okulun bahçesinin neredeyse ağaçsız olduğunu
gördüm. Yani, ağaç yok. Tamam, icraatlar olmuş ama hani, onun böyle
büyüyüp işte bir ağaca dönüştüğü konusunda çok eksiklik vardı. Ve ben ders
BELGELİĞİ’nden aldığım bu terbiye miydi veya bu düşünceye miydi, bir an
önce orada hayata geçirmem gerektiğini düşündüm. Ve bunu okul müdürü
başta olmak üzere, işte belediye başkanımızın, ilçenin belediye başkanının
öğretmen kökenli olması ve atanamayan bir öğretmen olmasından dolayı da
okula ara ara gelip giderdi. Bu anlamda bildiğiniz yakasına yapıştım, yani
yardımcı olması konusunda. Ve farklı ağaç türlerinde, orada dayanabilen
farklı ağaç türlerinden ağaç sözü aldık. Ve nitekim bahar ayı geldiğinde,
mevsimi geldiğinde, biz o ağaçları okul bahçesine diktik. Ve dört sene ben
orada görev yaptığım süre zarfında, gözüm gibi baktım yaz ayında da
gerekirse görevlileri arayarak, işte suyunu eksik etmemeleri için. Hatta da
ileri ki aşamalarda otomatik sulama sistemi, yine belediye başkanı
vasıtasıyla entegre ettik. Ve o ağaçlar epey bir boyattı, büyüdü. Tabii kayba
uğrayanlar da oldu ama, ben hala iletişimde olduğum arkadaşlar orada
görevli olan, o ağaçlardan bana görüntü atıyor ve bu beni çok mutlu ediyor.
İşte bunun dayanağı, ders BELGELİĞİ’ndeki aldığım terbiye, aldığım o eğitim.
O bakış açımı değiştirdi ve ben de gidip oraya dokunabildim bu sayede.

– Kendinizden bir kalıcı olarak bir parça bırakmışsınız gibi olmuş.

-Ç. Toğaç: Evet, o da bana çok güzel bir duygu kattı ki, hala bile anlatırken o
duyguyu hissediyorum.

– Sizin bu konuda eklemek istedikleriniz var mı? ders BELGELİĞİ’nden
ilham alarak ya da aldığınız eğitimden yola çıkarak öğrencilerinize
öğrettiğiniz ya da sizi eğitimci hayatınızda etkileyen yönler?

-Z. Akdoğan: Ders BELGELİĞİ’nden aldığım çokça şey var tabi ki. Burada ne
kadar bir kapsamlı konuşma yapabilirim bilemiyorum ama. Sorgulayan ve
eleştiren tarafı felsefeyle, doğa sevgisi, doğayı koruma ve bilinçli bir kişi
olarak aynı zamanda az önce bahsettiğim çalışmalarda, müzikle kurduğu
ilişkide de bizim burada mesela atölye ortamında hangi çalışmayı yaparsak
yapalım, böyle yine durgun bir sesle arkadan destek verdiği bir Avni Hoca’nın
müzik listesi vardı. Onu ara ara okulu ziyaret ettiğimde mezun olduktan
sonra diğer öğrencilerin ne kadar fark ettiğini ya da onların bu müzik yönünü
de kullanarak resme ne kadar aktardıklarını gözlemliyorum ya da bunu hiç
sorgulayıp sorgulamadıklarını gözlemliyorum. Bu yönden düşündüğümüzde
ilişki kurmaya çalışılıyor. Yani ders BELGELİĞİ’nde resmin müzikle olan
ilişkisini, resmin felsefeyle olan ilişkisini, doğayla olan ilişkisini, bu şekilde
farklı alanlarla olan ilişkisi kurulmaya çalışılıyor ve böyle bir ağ ortamı
oluşturuluyor. Bu ağ birbiriyle bağlantılı, her biri farklı yönlerde olan, insana
tabi ki de değer katacak olan güzel şeylerdir. Biz de mesela şu anda sanat
eğitimcileri olarak okulumuzda eğer bir çalışma yapılıyorsa arkada çocuğun
müzik yönü de desteklensin istiyoruz ve olabildiği kadar sözsüz müziklerden
ona destek sunmaya çalışıyoruz. Çalışmalarına ne kadar katkı
sağlayabileceğini artık ilerleyen yıllarda belki kendisi de düşünecektir. Belki o
anda fark da edecektir, bilemiyorum. Bununla birlikte gözlemlerimizi doğa
üzerinden yaparız. Doğanın tabi ki de belli başlı kurallarını kullanırız.
Felsefeyle olan kısmı ise, insan düşünen, sorgulayan bir varlık olarak tabi ki
de yaptığı çalışmaları daha iyi bir konuma getirmek adına sürekli bu
sorgulamaları yapmalı. Ve en çok, tabi en bilinen sorusu gördüğümüz,
gördüğümüz müdür sorusu ile karşılaşıyorsunuz bu atölyede. Bu soruyla
karşılaşan her öğrenci ilk önce cevabı bildiğini düşünür ya da hiç böyle bir
düşünceye girmediğini fark eder. Benim de aklıma ilk mesela bu soru
sorulduğunda Rene Margitte’nin çalışması gelmişti. Sanırım başlı başına bu
soru insanın yaptığı işle olan bağını kurması için, sorgularken düşünmeye
sevk etmek için sorulmuş bir soru olarak öğrencileri düşündürtüyordu. Bu
soru benim ilerleyen yıllarda çokça işime yaradı. Çünkü biz mekanik değiliz,
biz de duyguları olan, düşünceleri olan canlılarız. O yüzden çalışmalarımızda
da bu yönüyle var olduğumuzu keşfetmemiz ve bu süreçte de kendimizden
bir şeyler katmamız gerektiğini hissettim. Gördüğümüzü yorumlamak, bunun
üzerine düşünmek ve ne kadarını yapabildiğimizi göstermek, hani ne
kadarını gördüğümüz şekilde, ne kadarını bildiğimiz şekilde yapabildiğimizi
sorgulamaya gittim.

– Çok teşekkür ederiz.

– Ben bir şey sormak istiyorum. Şimdi siz öğrencileri bunları uygularken,
şimdi biz burada üniversite öğrencisiyiz, belli bir yaşa geldik. Ama siz şu an
lisede görev yapıyorsunuz, onların yaşları belli. 
Öğrencilerinizin sıkıldığı oluyor mu? Ya da nasıl tepkiler veriyorlar,
umursamıyorlar mı? Ya da öyle bir durum olduğunda siz nasıl geri dönüş
yapıyorsunuz? Bunu merak ediyorum. Tamamen onlara göre mi hareket
ediyorsunuz yoksa kendi bir çizginiz var mı? Öğrencileri oraya mı çekmek
istiyorsunuz?

-Z. Akdoğan: Öğrenciler çokça sıkılıyor. Sıkılmasının en büyük sebebi işte
farklı bir jenerasyon. Yani onların bulunduğu çevrede, onların şu anda
imkanlarıyla. Sanırım ben de sıkılırdım. Çünkü çokça dijital ortamda zaman
geçirdiklerini gözlemliyorum. Çoğu zaman derse geldiklerinde de uykusuz
kalıyorlar. İşte bu internet ortamında oynadığı oyunlarla ya da başka internet
ortamında geçirdikleri farklı zamanlarda sıkıldıklarını görüyorum. Çünkü
hayat gerçekte çok daha başka ilerliyor, başka bir akışı var. Ve ikisine farklı
şekillerde adapte olmak da sanırım biraz zor o yaşlarda. Ama yaşın verdiği
bir tecrübeyi kullanıyorsunuz. Artık ona durgunlaşma mı desek, daha içe
dönmeye mi çalışıyorsunuz, içe dönük mü desek. Böyle olduğunda sanırım
zamanla bu sıkılmışlık yerini düşünmeye, düşündüğünü fark etmeye,
bilgeliğe doğru çekiyordur. Ama her öğrenci bir değil. Herkesin olgunluk
seviyesi, herkesin farklı bir seviyede olduğunu gözlemliyorum. Her ne kadar
yaşları aynı olsa da onların tecrübeleri birbirinden başka tecrübeler
barındırıyor. O yüzden derslerde kullandığımız yöntemleri çabucak
kavrayanlar ve bize hemen geri dönüş sağlayanlar da var. Üzerine çokça şey
koyup bize bir değer katanlar da var. Onlardan öğrendiğimi düşündüğüm
öğrenciler de var. Bu şekilde olduğunda her atölyede farklı bir birey olduğu
için, o bireyde özgün ve kendi kimliği olduğu için başka başka şekillere
bürünüyoruz. Her dersin farklı bir içeriği oluyor.

-Ç. Toğaç: Sorunuza cevap olacak nitelikte birkaç katkıda ben sunayım.
Şimdi öğrencilerin tabi bu kendi jenerasyonumuza geçmişe baktığımızda da
görebiliyoruz. Sonuçta farklı bireyleriz, her birimizin farklı yetişme tarzı,
bilgiyi kavrama düzeyi, her yönüyle farklı bireyleriz. Dolayısıyla sınıf
içerisinde ya da atölye içerisinde bir anlamda kimin ne olduğunu bildikten
sonra bilgiyi ne kadar istiyor veya bir şeyi ne kadar icraata dökmek istiyor.
Biraz da aslında şu anda eğitim müfredatı öğrenci merkezli de olduğu için
önemli olan kişinin ne istediği, ne yapmak istediği ya da yapmak istemediği.
Bunları görerek aslında kişi bazlı gitmeye çalışıyoruz, öğrenci bazlı, bireysel
davranarak gitmeye çalışıyoruz. Mesela bir öğrenci çok iyi motive olmuştur
ve istiyor bu bilgiyi. Biz hiçbir şekilde alıkoymadan her şeyi ona sunmaya
çalışıyoruz, hatta daha fazlasını. Ama bir diğer öğrenci hiçbir şekilde
verdiğimizi dahi almak istemiyor. Ona da yine o anladığı dilde tabiri caizse.
Minimuma çekmeye çalışıyoruz. Zorla güzellik olmaz lafı evet klişe bir laf
ama gerçekten bunu da görebiliyoruz. Mümkün oldukça herkesi özelinde
değerlendirelim. Ele alarak gidiyoruz ve burada başarılı olduğumuzu da
görebiliyoruz.

– Evet, teşekkür ederiz.

– Öğretmen olmanızdan da yola çıkarak, dB’nin amacı kültür öğretmeni
yetiştirmek neticede. Burası da eğitim fakültesi. Siz de bunun için birer
modelsiniz. Bu size neler hissettiriyor? Kültür Öğretmeni kavramını siz
nasıl tanımlarsınız, nasıl değerlendirirsiniz?

-Ç. Toğaç: Öncelikle hayatta insanlara fırsatlar sunulmalı. ders BELGELİĞİ
nasıl ki burada bir fırsattı ve bu fırsat sunuldu bize ve bizlere bir şey kattı.
Aynı şekilde şu anda bir Güzel Sanatlar Lisesinde devletin bana vermiş
olduğu bir fırsat var. Bu her Resim öğretmenine nasip olmayan bir şey. Bunu
farkında olarak bir kere çalışıyoruz. Bu fırsatı elimizden geldiğince sunulan
bu fırsatı en verimli şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu fırsat ne? Bu
fırsat bir kere normal okuldaki bizim sanat derslerimize olan bakış açısı veya
verilen değer olarak hani ele alındığında tam da merkezindeyiz, tam da bu
durumu icra edecek merkezdeyiz. Dolayısıyla bundan ilham alıyoruz. Bu
fırsatın çok daha güzellikler doğurabileceğini bilinciyle hareket ettiğimiz için
ve bu yönleri kullanıyoruz. Bu yönleri zenginleştirdikçe de gerçekten evet
zaman içerisinde görebiliyoruz ki, tıpkı ders BELGELİĞİ’nde olduğu gibi,
fırsatlar sunulduğunda bu fırsatların ne kadar güzel belge, belgelere
geçebilecek, belgeliğe geçebilecek ne kadar güzel işler ya da çalışmalardan
çıkarabileceğimizi de göstergesi oluyor. Yani kısaca özetleyecek olursak
aslında ders BELGELİĞİ bir fırsat demek istedim. Ve tıpkı ders belgeliği gibi
günlük hayatta da aslında her yönde insanlara fırsat verildiği zaman bu
fırsatları çok güzel değerlendirebiliyor birçok insan. Biz de şu anda bu
fırsatın farkında olarak değerlendirmeye çalışıyoruz. Elimizden geldiğince
bunu pekiştirmeye çalışıyoruz.

-Z. Akdoğan: ders BELGELİĞİ ile ilgili burada katılım gösteren bütün
öğrenciler, kendi birikimleri doğrultusunda geldikleri bir aile grubu, aynı
zamanda kendi çevreleriyle birlikte farklı coğrafyalardan, farklı bölgelerden
insanlarla bir bağ kuruluyor. Ve bu atölye ortamında bu farklılıkların bir arada
olduğu zaman ne kadar çok değerli yanlarımız varsa onları ortaya
çıkartabilme imkanı sunulması ve bu imkanların da yine ders BELGELİĞİ’nde
etkileşim üzerine insanların rahat ve kendini açık bir şekilde ifade
edebilecekleri bir ortamla sağlanabileceğini gözlemledim. Ve bu şekilde
olduğunda üzerine tekrar tekrar yeni bir şeyler koyup yenilenebilen bir
oluşum içerisinde olduğumuzu kavradım. ders BELGELİĞİ ile ilgili
söyleyebileceğim şey, yaşayan bir şey bitebileceğini düşünmüyorum bu
deneyime sahip olan insanların birbiriyle olan etkileşimi sürdüğü müddetçe.

– Teşekkür ederiz. Çok güzel açıkladınız. ders BELGELİĞİ
yıllardır aynı şekilde devam ediyor. Önce siz vardınız, sonra sizden
sonrakiler, sonra biz geldik buraya. Aynı motivasyonla, aynı istikrarla
devam etmesinin en önemli etkeni nedir sizce? Ne düşünüyorsunuz? Neyin
etkili olduğunu düşünüyorsunuz bu konuyla ilgili?

-Ç. Toğaç: Burada bana göre en önemli etken bir tren var ve bu tren yola
çıkmış. Ve sadece yolcular iniyor. Biz gittik, evet durağımız geldi indik ama o
durağa biz tam da inerken birileri bindi. Ve devam ediyor o yolculuk. Burada
bir birikimin süreğenleşmesi, devamlı hale gelmesi durumu. Ve tabi oluşan
bir altyapı var, o birikim var. Ve totalinde ortaya çıkan bu ruh diyeyim bu
birikim, ister istemez o dinamizmi koruyor. Ve bu dinamizminde devam
etmesinden yana da talep her geçen gün daha da artacak diye
düşünüyorum. Bu tabi memnuniyet verici. Hakkında bilgisi olan veya direkt
işin içinde olan herkes çok sonra da farkında olsa bile ne kadar güzel bir
oluşum olduğunu ve devam etmesi gerektiğinin çok daha bilincinde
olabiliyor. Dolayısıyla asıl kaynağını evet dinamizmi yani sürekli bir
güncelleme, sürekli devamlı bir yolculuk diyebilirim. Bu yolculuğun gittikçe
zenginleşmesi, gittikçe anılarla dolu, gittikçe birikimlerle dolu bir hafıza
oluşturması diyebilirim.

– Yol belli, hedefimiz belli, inip binenler var, güzel bir örnek verdiniz. Siz ne
düşünüyorsunuz, en önemli etkeni ne sizce?

-Z. Akdoğan: ders BELGELİĞİ bu şekilde devam edecektir diye
düşünüyorum. Özellikle şu açıdan baktığımız zaman merak duygusunu
tetikliyor. Ve bir insanda sanırım olması gereken en önemli şeylerden birisi
bu, merak etmek. Çünkü merak ettiğimiz zaman yeniliklere açık oluruz ve
keşfetmeye başlarız. Bunun ders BELGELİĞİ başardı ve bu şekilde devam
edeceği için bu döngüyü öğrenciler buraya geldiği ve bu alanda, bu alana
teneffüs ettiği, bu alanda bir birikim oluşturduğu, bir anı oluşturduğu için
buradaki sorgulamaları, buradaki düşünme şekillerini gördüğünde bu merak
daha da artacaktır ve farklı şekillerde gelişerek devam edecektir. Ders
BELGELİĞİ’nin bence insanlara ve buradaki atölyede paylaşan öğrencilere
karşı en büyük bence avantajı merak etmeyi öğrenmek üzerine olmasıdır.

– Çok teşekkür ederiz.

 

-Ç. Toğaç: ben ufak bir ekleme yapmak istiyorum. Biraz önce o yolculuk
örneğini vermiştim ya, aslında evet hani durağa geldiğinde iniyoruz ama bir
başkası biniyor. Bu demek değildir ki aslında, öyle olmamalı. Ama maalesef
birçok kişi öyle. O, onu sanki son durakmış gibi bir daha da kopup gidebiliyor.
Ama sınırlı da olsa, az sayıda da olsa o yolculuğu devam ettirenler var.
Nereye gidebileceğini farkında olduğu için ya da ne gidemeyeceğini,
sonsuzluk dahi olsa da o sonsuzluğa gidebilmenin mutluluğunu, hazzını
yaşayarak o serüveni devam ettirmek istiyor. Gönül veren, bu yolculuğu
devam ettiren arkadaşlarımızın olduğunu görüyoruz. Ki ben 2004-2008
mezunuyum. Hali hazırda oluşum içerisinde sürekli aktif olan arkadaşlarımı
görüyorum. Ki benden önceleri var. Benden sonraları var ki nitekim siz
başlamışsınız yolculuğa. Yolculuğunuzda başarılar diliyorum.

 

– Teşekkür ederiz. Şu anda ders BELGELİĞİ’nde olan öğrenciler için, yani
bizler için tavsiyeleriniz nelerdir? Neyi sizin gibi ya da farklı yapmanızı
istersiniz?

 

-Ç. Toğaç: Evet, farkındalık meselesiyle açmıştık aslında röportajda ilk
sorulardan bir tanesiyle. Tamam, öyle böyle içinde oluyoruz, bu atölyedeyiz
ama gerçekten ruhumuzla, bedenimizle burada mıyız? Ve o bilinçle tam da
bu anda hani gerçekten sımsıkı sarılıyor muyuz, daha fazla elimizden geleni
yapıyor muyuz? O önemli. Gönüllülüğü gerçekten içten bir istendik hali
olması lazım ki bu ileride de devam edebilsin. Aksi takdirde tam da
bahsettiğim işte yolculuk örneği evet durak gelecek ve inecek bir daha da bu
yolculuk devam ettirmeyecek gibi bir durum değil de bu andan itibaren,
başlangıçtan itibaren bunu çok içselleştirerek ve elinden geleni daha
fazlasına yaparak bu oluşuma maksimum düzeyde katkı sağlamak sizlere
tavsiyem.

-Z. Akdoğan: Bazı şeyleri yaşarken örtük öğreniyoruz ve bu öğrenme süreci
bu şekilde devam ediyor olabilir. Bu örtük öğrenmenin arkasında olan şeyleri
keşfetmek zaman alacaktır. Her ne kadar bilinçli bir yaklaşımla devam ediyor
olsanız bile, burada yaşayan bir takım şeyler var ve bunları keşfetmek için
sindirmek gerekiyor. Bu sayede hayata bakış açımız da değişecektir. ders
BELGELİĞİ’ndeki öğrenciler o anda yaşadıkları şeylerden çıkarımlar
bulunacak ve bu çıkarımlar yavaş yavaş bir birikime dönüşecek. Üzerine de
ekleyeceksinizdir buradan mezun olduktan sonra. Bununla birlikte anlamak
birazcık zaman alacak. Çünkü insan yaşarken birçok farklı odaklanması
gereken açılar oluyor ve bu açıların tamamına hakim olamıyor. Sonrasında
kazandığınız bu tecrübeyle birlikte tek tek onları keşfediyorsunuz. Bu
yakaladığınız farklı açıları tek tek keşfedeceksiniz. Şu anda belki birkaçını
keşfetmiş oluyorsunuz ve bu şekilde devam edecek. Size tavsiyem şöyle.
Kendi eğer eğitimci olarak, sanat eğitimcisi olarak devam edecekseniz kendi
öğrencilerinize burada yaşadığınız tecrübeleri aktarmak ve olabildiği kadar
keşfetmelerine ön ayak olmak. Bu şekilde özetleyebilirim.

– Bir şey daha sormak istiyorum ben. Duymuşsunuzdur belki bu bölümün
de taşınma ihtimali var. Geldiniz seneler sonra buraya belki anılarınız
yeniden canlandı gözünüzde. Ama bir daha gelince bulamama ihtimaliniz
de var. Taşınmalı mı sizce bu arşiv ruhunu, nasıl etkiliyor bu, ne
düşünüyorsunuz bununla ilgili?

-Ç. Toğaç: Duyduğumuz ilk günden beri biz çok üzüldük. Gerçekten burada
bir hayat var, bir yaşanmışlık var. Biz, evet, buranın bir binadan ibaret
olmadığını bir binadan bir beton yığınından eskimiş bir beton kütlesinden
ibaret olmayıp, burada bir yaşanmışlık var, bir birikim var. Anadolu’nun çeşitli
coğrafyalarından, ilçelerinden, beldelerinden insanlar geldi ve burada
akademik düzeyde eğitimi aldı. Sanat eğitimi gibi bir eğitimi aldı. Ve her
birinin buraya dokunduğu veya buranın onlara bir dokunuşun olduğu bir yer.
Aslında tam da öyle müze olması gereken bir yerken, daha değeri bilinmesi
gereken bir yerken, tam tersi yıkılması bizi derinden üzdü. Çünkü buranın
yıkılmasıyla beraber, en azından benim hissettiğim, benim gibi belki de
onlarca, yüzlerce Anadolu’dan gelen diğer genç insanların, bir anlamda o
yaşanmışlığı burada yok olup gidiyor. Bir daha öyle bir hissiyat dahi, yolu
düşerse bulamayacak. Ama ben yıllar sonra da gelsem, birkaç ay sonra da
gelsem ki defalarca gelmeme rağmen, oradaki o yaşanmışlık, oradaki o
nüfuz ettiğim hava, hoca ile diyaloğum, arkadaşımla temasım, ne varsa
hepsini gözümde canlandırabiliyorum. Dolayısıyla bu yaşanmışlık kelimesi
aslında çok altı dolu bir kelime. Belki de kelimelere sığmayacak kadar
üzerine konuşulabilir. Dolayısıyla böyle bir haber bize ilk günden beri
üzmüştü ama, tabi karşıyız da, olmaz, olmamalı. Umarım bu anlamda bilinçli
birisi, ki zaman zaman duyuyoruz ki restore edildiğini duyduk, umarım
yıkılmaz, umarım burası tam tersi, işlevliği yitirmişse bile böyle bir müze
olarak hani kabul diye umut ediyorum.

-Z. Akdoğan: Burası hafızası olan bir mekan ve buraya gelip giden bireyler
tabi ki de çokça duyguları yaşıyordur. Bunun dışında baktığım zaman aslında
insanın yaşadığı yerle ilgili sanırım bir birikimi olmalı ve bu birikim çabucak
bozulacak şekilde kurulmamalı. Burada bir birikim var ve biz bunu daha yeni
bir binaya taşınarak, daha işte farklı bir imkan sağlayarak göstermeye
çalıştık ama burada çok katlı bir bina yerine burası gibi atölyelerde ışığı alan
öğrencilerin geldiği zaman buraya sanatı öğrenmeye, sanat yapmaya geldiği
bilinciyle gelmesi gerektiği, ama yeni bir çok katlı binada girdiği zaman
sadece okumak üzerine, sadece ona verilen bir sorumluluk, bir görevi
tamamlamak üzerine devam etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim
burada sanırım daha derin baktığımızda, daha uzaktan baktığımızda hem
yaşadığımız bu mekanı sahiplenmemiz hem de kendi çevremizi sürekli
yenileyerek iyi bir şey yaparak iyi bir şey yaptığımızı sanarak devam
etmememiz gerekir. Mekanın hafızası olmalı, o tarih bize bir şeyler
öğretmeli, burada yaşayan insanların istekleri de düşünülerek yıkım sürecine
gidilmemesi gerekiyordu. Bu şekilde baktığım zaman birçok farklı ülkede
gezip gördüğümüzde hala 200 yıllık yapılarda yaşayan, normal oturup orada
hayatını devam ettiren insanlar varken bizim bir eğitim kurumu olarak
burada paylaştığımız, burada anılarımızın olduğu, arkadaşlarımızın olduğu
bir mekanın gözden çıkartılmaması gerekirdi diye düşünüyorum.

– Kesinlikle, ya da mesela ders BELGELİĞİ de mezunlarla hala ilişkisini
sürdüren bir kurum. Biz sizinle şu an konuştuğumuzda, siz anılarınızdan
Doğa Atölyesinde olmuş diye bahsettiğinizde, biz o alanı gözümüzle
canlandırabiliyoruz ya da yine bir şeyler kalmaya devam ediyor. Aslında
sürdürülüyor da, ben gözümle canlandırabiliyorum o anıyı. Ama burası
yıkılırsa, gelecek nesiller gözünde canlandıramayacak artık bir şeyleri.

-Z. Akdoğan: Mekanın hafızası da artık kaybolmaya yüz tutacaktır.

– Evet, maalesef.

-Ç. Toğaç: Mesela bir Sabahattin Ali’nin şiirinden örnek verecek olursak,
orada bir herhangi bir şiiri olsa da bir yaşlanmışlıktan çıkıyor. O yaşlanmışlığı
mısralara, dizelere döküyor. Burası da tıpkı öyle aslında. Hani bir birikim var
burada. Orada demin bahsettiğim o yaşlanmışlıklar var ve insana kattığı
şeyler var. Ceza çekse dahi, ki biz burada ceza çekmiyoruz, çekmedik daha
doğrusu. Hani buna rağmen o yaşlanmışlıkların insanın bir birikim bankası
diyeyim ben kendi tabirimle. Orada bir birikim olduğu için de bu, ondan
sonraki yaşamına yansır, eserlerine yansır, dokunduğu insanlara, öğrencilere
yansır. Bu anlamda burası tam da böyle bir yer. Ki nitekim ders BELGELİĞİ,
tam da bunun en güzel örneği diye düşünüyorum.

– Çok teşekkür ederiz.

-Z. Akdoğan: Biz de çok teşekkür ederiz davetiniz için.

Söyleşi: Fatma Gökgöz, Deniz Şenkaya, Kübra Deniz
Metin: Fatma Gökgöz

Yazar

Fatma Gökgöz

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Mission News Theme by Compete Themes.